Benim kuşağımın fotoğrafçılığa başlama hikayesi üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Üniversitenin ilk senesinde fotoğrafçılık dersine kayıt yaptırılır.
Ankara'da Maltepe Pazarı'ndan Zenit marka ikinci el bir fotoğraf makinesi ve diyafram halkası eskilikten durduğu yerde dönmeye başlamış 35 mm. bir lens alınır.
Eğitmen, ilk birkaç derste temel bilgileri verirken bol bol fotoğraf "dia"sı gösterir. Bu arada, kursta güzel kız olmadığını, olanların da kendilerine bakmadığını fark edenler "drop" haftasında kaçarlar.
Kalanlar, bir Ekim günü eğitmen eşliğinde Ankara Kalesi'ne giderler. Sümüklü çocuk, kameraya gülümseyen simitçi, hayatın yorgunluğunu sırtında taşıyan yaşlı kadın en çok Ankara Kalesi civarında bulunur.
Kursta Henri Cartier-Bresson'ın fotoğraflarını görüp "Ne var ki bunda, daha kralını çekerim. Açılsana şöyle..." diyen geleceğin fotoğraf sanatçılarının çektiklerini düşündükleri fotoğrafla banyodan çıkan ilk kareler arasındaki farkı gördükleri an, önümüzdeki dönem fotoğrafçılık dersini almayacaklarını fark ettikleri andır. Bu anda artık temel fotoğrafçılık kaygısı makineyi en az zararla okutmak haline gelmiştir. En iyi müşteriler, bir sonraki dönem fotoğrafçılık dersini alacak olanlardır.
Gördüğü ile çektiği arasında fark olmayan ya da bu farkı dahi anlayamayacak kadar "şanslı" olan mutlu azınlık için ise akrabalardan arkadaşlara, sokak hayvanlarından yıkık evlere uzanan geniş bir dünyanın kapıları sonuna kadar açılmış, diğer bir ifadeyle, virüs bünyeye girmiştir.
Virüsün etkisi bünyeden bünyeye değişmekle birlikte, üniversitenin son yılı, askere gidiş, evlilik/çocuk zirvede bırakmak için en belirgin kilometre taşlarıdır. Bu noktadan sonra hala akıllanmayanlar var mıdır, vardır. Onların hikayesine başka bir "post"ta geleceğiz.
Üniversitede gitara başlayıp sonradan bağlamaya geçen ve her ikisinde de gösterdiği performans yüzünden kapısına siyah çelenk bırakılanlar için farklı sanat dallarına sıçrama imkânı her zaman vardır. Fotoğrafçılık kursları yeni işe başlayan beyaz yakalıları beklemekte, o beyaz yakalıların önemli bir kısmı bu kurslarda kendilerini hayırlı bir kısmetin beklediğine inanmaktadırlar.
Bu dönemde alınan makineler, cepte biraz para, en azından bir kredi kartı bulunduğu için daha iyidir. Nikoncu-Canoncu kavgasının ilk çıkışı hemen hemen bu zamana denk düşer. Zoom lenslerin bir işe yaramadığı, prime'dan şaşmamak gerektiği yorumlarının sıklıkla duyulduğu dönem de yine budur.
Kale, değişen dokusuyla yeni fotoğraf sanatçılarını beklemekte, sümüklü çocuk büyümüş olsa da darbukacı çocuklar bir sanat eserinde yer alacakları anın heyecanıyla yanıp tutuşmaktadırlar.
Üniversitedeki başlangıçlara göre biraz daha uzun sürmekle birlikte, portakal kabuğunu yakın plan çekip siyah-beyaza çevirdikten sonra kontrastı basmak suretiyle edinilen sonucun bir soyut imge şaheseri olmadığını anlamak için gereken zaman yine bünyeden bünyeye değişir. Ve, bunu erken bir aşamada anlayanlar için, yanıt verilmesi gereken soru netleşmiştir: Bu kamerayı en az zararla nerede okutabilirim?
Bu noktada bile akıllanmayanlar için ise artık yapacak fazla birşey kalmamıştır. Toplu gezilerde herkes sizi beklemekten sinir yaparken, elinize geçen 3-5 kuruşu iyi ve daha iyi lensler almak için harcayacak; şaheserlerinizi yüklediğiniz fotoğraf sitelerinde bakılma sayısı 7 gibi rakamlar olunca diğer fotoğrafların altına "sayfama beklerim" yorumları yazarken siz de kendinize gıcık olacaksınız.
Bazıları, bu noktada, "ne uğraşcam elin sanattan anlamayan kopilleriyle" diye düşünerek kendilerine site kurar ve şaheserlerini canları istediği gibi o sitede sergilemeyi tercih ederler.
cenkunal.com'a hoşgeldiniz.
Sayfama beklerim demiyorum, gelmişsiniz zaten. Ama ziyaretiniz için teşekkürler, yine beklerim.