Peki biraz fotoğrafçılık geçmişinizden bahsetsek…

İlk postta "bir arkadaş"ın fotoğrafçılığa başlama hikayesinden kısaca bahsetmiştim. 

Benimki ise biraz değişik... Fotoğrafçılığa üniversite yıllarında fotoğrafçılık dersine kayıt yaptırarak başladım. Neresi değişik derseniz, makinem vardı -Evet, bence hikayeyi tamamen değiştiriyor, ne var...

Dayımın Canon AE-1 makinesi, iki az kullanılmış lensi ve bulsam hemen alacağım yapay deri çantasıyla evde duruyordu. İlk makinemden Viyana'da eve giren hırsız çalıncaya kadar, yani yaklaşık 20 yıl boyunca, hiç ayrılmadım. Artık kullanmıyordum ama o makinenin yanımda olması hissini seviyordum. Hatta Kemal'in ilk fotoğraflarını o makineyle çekmek gibi bir hayalim de vardı. Kısmet değilmiş.

Hayatta herşeyden ama en çok üniversitede fotoğrafçılık dersi vermekten sıkıldığı belli olan ilk eğitmenin bana katkısı Henri Cartier-Bresson adını duymamaı sağlamak oldu. Fotoğrafçılık anlayışımı şekillendiren, sınırlarımı çizen, taklidin aslını yaşattığını öğrenmemi sağlayan sanatçıdır kendisi. Bir gün yazın adını arama motoruna, pişman olmazsınız...
Bu fotoğraflardan da görüldüğü gibi zaten zirvede başladım ama fotoğrafçılık eğitimi üniversiteden sonra da kurslar ve seminerlerle devam etti. 

Ayrıca kısa süreli bir "Visual Arts Academy" tecrübem de oldu.
2000 yılında ilk yurt dışı maaşımla ilk "gerçek" kameramı ve lensimi aldım. Aslanlar gibi bir Nikon F100 ve Nikkor 28-200mm sahibi olmuştum. Birlikte uzun zaman geçirdik ama birbirimize pek ısınamadık. O dönemden ne kadar az fotoğraf olduğunu hayretle fark ediyorum. Lensi ise bir uçak yolculuğunda el çantama sığmayınca birşey olmaz diye düşünerek bavula koymuş ve cam parçaları şeklinde geri almıştım. 

Dijital makineye uzun bir süre karşı çıktım ama neden karşı olduğumu hatırlamıyorum. Ama çok karşıydım. Hatta dijital makinelerin uzun ömürlü olmayacağını ve gerçek fotoğrafçıların kısa zamanda yeniden film kameralarına döneceklerini iddia etmekteydim. Aynı öngörü hayatım boyunca verdiğim mali kararlarda da etkili oldu ve beni başarıdan başarıya sürükledi.

2009 yılında paşa paşa bir Nikon D90 aldım. Lens 35 mm. prime'dı. Pakistan'ı, Azerbaycan'ı birlikte gezdik. Uzun süren ara yeni makinenin verdiği heyecan sayesinde son buldu.
Fujifilm'e 2016 yılında geçtim.

"Neden Fuji?" derseniz, dizaynı ve elime aldığımda verdiği his nedeniyle... Başka bir nedeni, teknik açıklaması vs. yok. Tipini sevdim.

Ayrıca... 35 mm. zamanından Fujifilm markasına aşinaydım ve Acros her zaman en beğendiğim film olmuştu. Bu nedenle markanın bende güçlü bir imajı, Pro2'de ise Acros film benzetimi vardı.
Artık tüm kameralar mükemmel... 

Uzmanlar belki aradaki farkı anlıyorlardır ama benim gözüm yeni nesil kameralar ve lenslerin ürettikleri fotoğraflar arasındaki kalite farkını görmeye yetmiyor.

O nedenle de, makinenin verdiği hissin en az teknik özellikleri kadar önemli olduğunu düşünüyorum.

Elimi attığımda bir bilgisayar değil, bir fotoğraf makinesi tutmak istiyorum.

Kullandığım makine ve lensleri ayrı bir yazımda anlattım.

Sayfamı ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim :)
error: Content is protected !!
Scroll to Top